Canım okur bu hafta çayla, kahveyle uğraşmayın, hemen konuya giriyorum. Konuğumuz iflah olmaz çapkın Don Giovanni.
Avusturyalı deha besteci, Wolfgang Amadeus Mozart’ın en önemli operalarından olan Don Giovanni, İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) tarafından 30 Kasım’da prömiyer yaptı. Büyük prodüksiyonlardan biri olarak ilan edilen eserin ikinci temsilini seyretme şansım oldu. İstanbul gibi bir şehrin uzun yıllar opera salonsuz ve operasız bırakılmasının (ikame yapılar ve işler konumuzun dışında) ardından eleştiri hakkımızı elimizde tutarak, perdesini açan eserlere alkışımızı esirgemeyeceğiz tabi ki.
Opera eserleri trajedi ya da komedi unsurlarını barındıran aşk, kahramanlık, savaş, mitoloji, efsane gibi evrensellerden konu alan hikayeleri anlatır. Bu sözlü kısma libretto denir. Bestelenmiş bu sözler de opera sanatçıları tarafından seslendirilir. Korolar ise daha çok toplumun sesi olarak eserlerde varlık gösterir. Çoğu operayı bestecisi ve müzikleriyle tanırız ama hikayelerin de bir yaratıcısı olduğunu unutmayalım. Mesela Don Giovanni’nin librettosu, İtalyan Lorenzo Da Ponte tarafından kaleme alınmıştır. Oldukça eril bir dille ve kameranın erkek dünyasına konulduğu bir hikayesi vardır.
Don Giovanni Opera- Buffa denilen komik operadır aslında. Mozart’ın iddiasını çürütmek için İDOB’si epey çaba harcayarak opera- noiosa (bunu ben uydurdum) biraz ‘‘sıkıcı opera’’ yapmış. Yurt içinde ve yurt dışında, değişik tarihler ve farklı rejilerle seyretme şansım olan Don Giovanni’ler içinde İstanbul bir parça hayal kırklığı oldu. Biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.
Büyük hasretle beklediğimiz Atatürk Kültür Merkezi (AKM) bize elindeki oyuncakları göstermek istemiş bu eserle. Asansör sistemle yukarı çıkabilen ve 360 derece dönebilen sahnenin tanıtımını seyrettik perde açılışıyla. Rejide hiçbir işlevi ve anlamı olmayan bu başlangıç beni gülümsetti ve dilerim o mekanik sisteme iyi bakılır da dekor yukarı çıkarken yarıda bozulup eser iptal edilmez dedim. Ne de olsa burası Türkiye, insanın aklına olamayacak olan her şey geliveriyor. Ve sahnede sesleri yutan o meşhur kara delik bazı anlarda solistleri duymamıza engel oldu. Akustik hatası olan bu sorunu rejisörlerin unutmaması gerekiyor sanırım.
Rejide salonun kullanılması sevilir. Don Giovanni ve uşağı Leporello seyircilerin arasından geçerken takip ışığı sabit kalıp seyircilerin enselerini gösterdiği için solistler aryalarını karanlıkta söylediler. Bu teknik masa için önemli bir sorun. Kemerli dekora yansıtılan ışık mekanları belirlemek için kullanıldıysa her seferinde başka renk çok işe yaramadı. Herhalde AKM bu kez de elindeki renk filtrelerinin zenginliğini göstermek istedi diye düşündüm. Oysa tanıtım videosunda ışık gayet iyi görünüyordu.
Sanırım devlet tiyatrosunda da opera ve balesinde de devasa dekorlardan vazgeçemiyoruz. Para var, huzur var motto olsa gerek. Teknolojinin de araya girmesiyle hantal olabilecek yapı oldukça işlevsel kullanıldı. Sadelik içinde devasa kırmızı boğa heykeli ve büyük tablo iyi bir kontrasttı. Kemerli ön parça ise sahneye derinlik kazandırarak, iç-dış mekân kullanımında rejiye çokça olanak yarattı.
Kostümler modernle klasik arasında sıkışmış gibiydi. Maske hakkında söylenen aryada siyah gözlüklerin kullanılması bir seçimse eğer diğer sahnelerde de bu tarz yollar kullanılmalıydı ki seçimler tutarlı olabilsin.
Sandalyelerin kullanıldığı sahne az biraz Cafe Müller’e selam gibiydi. Koreografinin biraz daha çalışılmaya ihtiyacı vardı. Sanki tamamlanmadan resmi açılışı yapılan devlet işleri gibiydi. İlerleyen temsiller daha iyisine, tamamına ulaşılır dilerim.
Bunca notum dünya standardında işler çıkarabilecek sanatçılarımız varken, küçük sularda boğulmamıza üzülmemden. Çok büyük bir çalışma, emekle sahneye çıkan tüm sanatçıları, orkestrayı ve sahne arkasını alkışlıyorum.
Eserin künyesinde rejisör Aytaç Manizade. Dekor tasarımı Efter Tunç, kostüm tasarımı Serdar Başbuğ, ışık tasarımı Kemal Yiğitcan’a ait. Koro Şefi ise Volkan Akkoç. Şef İbrahim Yazıcı ise İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrasını yönetiyor.
Operamız iki perde ama uzun. Çuvaldızı seyirciye batırmadan bitmesin yazım. Yağmurlu bir İstanbul’da, eserin çıkışında eve dönüşün bir serüven olacağını akıldan çıkartamayan seyirciler gene sahne ışıkları kararır kararmaz, sanatçılardan alkışı esirgeyerek koşarak salonu terk ettiler. Ayıptır, yapmayın.
Son olarak Don Giovanni’nin konusuna bakalım mı? Feminist okumada iki dakikada gırtlağına çökülecek bir adam aslında bu Don. Bu anlamda çağdaş bir yorumlamadan bahseden rejisörden farklı bir eser okuması beklemiştim. ‘‘Çapkın, sınır tanımayan, kural tanımaksızın özgürce yaşayan, efsanevi karakter. Kadınları baştan çıkarmakla ün yapmış, İspanyol bir asilzade olan Don Giovanni, kadınlara olan tutkusu nedeniyle onları etkilemeyi hayat amacı haline getirmiştir. Zenginliği ve gücü, onu eylemlerinin sonuçlarıyla yüzleşmekten korur diye yazıyor operanın broşüründe.
Zenginlik ve gücün sağladığı kural tanımazlığın arşa vardığı ülkemde bu hafta Don Giovanni’nin güncel adı, Mohamed Hassan Shekhin yani bilinen şekliyle Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu. Haftaya Don başka yüksek birinin ya da çocuklarının adı olacak maalesef. Sanatsız kalmayın, iyi pazarlar.