Osmanlı hanedanının soyundan gelen Berna Sultan Osmanoğlu, İstanbul’da düzenlenen düğün töreninde kullanılan ifadeler Türkiye’nin gündemine oturdu. Eski Refah Partisi milletvekili Şevki Yılmaz düğünde önce ‘‘Osmanlı ile iftihar ediyorum. Osmanlı’yı süren soysuzları da lanetliyorum’’ dedi. Daha sonra ise ‘Selanik dönmeleri’ şeklinde kullandığı ifadeyle Atatürk’e ve Cumhuriyet değerlerine hakaretlerde bulundu.
ŞEYH SAİT VE ÇERKEZ ETHEM’İ MİLLİ KAHRAMAN İLAN ETTİ
Şevki Yılmaz’ın skandal ifadelerinin üzerine geçmişte dönemde yaptığı bir konuşması yeniden gündem oldu. Yılmaz, katıldığı bir mitingde konuştuğu kalabalığa karşı Cumhuriyet karşıtı Şeyh Sait ve Çerkez Ethem’e ‘Milli kahraman’ yakıştırmasında bulundu.
Yılmaz konuşmasında, ‘‘Almanca konuşuluyorsa Kürtçe de konuşulsun. İşgal sınıfı İngilizceden sınıfta kalınıyor bu ülkede. Bırakın da Kudüs fatihi Selahaddin Eyyübi’nin, ‘Milli kahraman’ Şeyh Sait’in de lisanı bu ülkede hür olsun. ‘Milli kahraman’ Çerkez Ethem’in de lisanı bu ülkede hür olsun” ifadelerini kullandı.
ŞEVKİ YILMAZ’IN GEÇMİŞİ SKANDALLARLA DOLU
‘‘Osmanlı’yı süren soysuzları lanetliyorum’’ sözleriyle tepki çeken Şevki Yılmaz geçmiş dönemdeki skandallarıyla da hep gündemde olmuştu.
Milli Görüş’ün önemli isimlerinden biri olarak gösterilen Şevki Yılmaz, habervaktim.com’da kaleme aldığı yazısında dikkat çeken bir çağrı yapmış, “Milletimiz vatandaşlık görevini yerine getirdi! Sıra İktidarımızda!” diyerek FETÖ’cülere af çağrısında bulunmuştu.
Yılmaz, “İftiraya dayalı itiraflarla; işinden, aşından hatta eşinden edilen, ceza yiyen fetözede mağdurları kardeşlerimizden özür dilenerek tüm sosyal hakları acilen iade edilmelidir!
Ayrıca din istismarıyla ve uyduruk rüyalarla aldatılan cezaevlerinde vardiyalı yatmaya devam eden çoğunluğunu hanımların oluşturduğu “ibadet bölümü” dediğimiz mahkûmlara da mutlaka af çıkarılarak devlet millet kaynaşması yeniden sağlanmalıdır!” ifadelerini kullanmıştı.
SKANDAL HUTBE
Kocaeli’de geçmiş dönemde bir camide hutbe veren Şevki Yılmaz, yurttaşların oyları ile yapılan hizmetin günahları sildiğini söylemişti. “Yaptığınız boğaz köprüleri, yaptığınız devasa hastaneler, hızlı trenler. Yeter ki Allah’ın kullarına hizmet edin. Hepsi günahlarını silecek” ifadelerini kullanan Yılmaz, “kürtçülük” yapanların, “alim katillerine” yol verenlerin zulme ortak olduğunu söylemişti.
ATATÜRK’E HAKARETLERİ BİTMEK BİLMİYOR
Atatürk’e hakaret suçlamasıyla defalarca yargılanan Yılmaz, Çanakkale Zaferi ile ilgili attığı tivitlerde, Padişah Meclisi’nin onayladığı Sevr Anlaşması ile ülkenin parçalara bölündüğü gerçeğini bir kenara bırakıp tüm savaşlardan galip gelindiği halde kalelerin bir bir geçildiğini ilmi, fikri, iktisadi ve siyasi yollarla işgal edildiğini öne sürdü. Şevki Yılmaz, “İhanete çanak tutan çakma kahramanlar” sözleriyle de Atatürk’e hakaret etmişti.
CUMHURİYET DÜŞMANI ŞEYH SAİT
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra, işgal güçleri ülkeden çıkarılmış, yeni devletin kuruluşunu uluslararası düzeyde kayda geçiren Lozan Antlaşması imzalanmıştı. Ardından Cumhuriyet ilan edilmiş ve Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşıyacak köklü adımlar atılmaya başlanmıştı.
Ülkede siyasal, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve kültürel alanlarda kapsamlı değişiklikler yaşanırken, eski düzenin kurumlarına ve değerlerine bağlı olan ve onlardan çıkar sağlayan kesimler duydukları rahatsızlığı çeşitli tepkilerle ortaya koyuyorlardı. Özellikle hilafetin kaldırılmasından sonra tepkiler yoğunlaştı.
Şeyh Sait Ayaklanması, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merkeziyetçi ve laik bir anlayışla yapılanmasına karşı bu dönemde gösterilen tepkilerden birisidir. Ayaklanmanın düzenleyicileri arasında “bağımsız Kürdistan” hayalini kuran kişilerin de bulunması, zaman zaman farklı değerlendirmelere yol açsa da, ayaklanma özü bakımından devletin merkeziyetçi/laik yapılanmasına karşı dinsel simge ve söylemler kullanılarak gerçekleştirilen dış destekli bir irticai tepki hareketidir.
Şeyh Sait Ayaklanması, 13 Şubat 1925 günü, Diyarbakır’ın Eğil bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde saklanan mahkûmları almaya gelen jandarmalara ateş açılmasıyla başladı. Şeyh Sait’in emriyle telefon ve telgraf hatlarını kesen ayaklanmacılar 16 Şubat’ta Darahini’yi (Genç) ele geçirerek vali ve diğer resmî görevlileri etkisiz hale getirdiler. Şeyh Sait halkı din adına ayaklanmaya çağırdı. Halka dinsel içerikli bildiriler dağıtıldı. “Halife sizi bekliyor.”, “Halifesiz Müslüman olmaz.”, “Halife memleketten çıkarılamaz.”, “Şiarımız dindir”, “Hükümet dinsizdir”, “Şeriat isteriz.”, “Kadınlar çıplaktır.”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor” gibi bildirilerin ve bölgede yeterli askeri güç bulunmamasının etkisiyle ayaklanma hızla yayıldı. Çapakçur (Bingöl), Muş ve Diyarbakır olmak üzere üç cephede savaşmaya karar veren Şeyh Sait kendisi Diyarbakır cephesi komutanlığını üstlendi.
21 Şubat’ta Lice, 23 Şubat’ta Çapakçur (Bingöl) ve Palu, 24 Şubat’ta Elazığ, ayaklanmacıların eline geçti. Ancak 26 Şubat’ta Elazığ halkı birleşerek yağmacılık ve çapulculuğa girişen Şeyh Sait liderliğindeki ayaklanmacıları kentten kovdu. Hükümet, 24 Şubat’ta Doğu Anadolu illerini kapsayacak şekilde kısmi seferberlik kararı aldı. Aynı gün TBMM, hükûmetin önerisiyle Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeri ile Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etti.
AYAKLANMA BASTIRILDI
Şeyh Sait’in emrindeki beş bin silahlı aşiret mensubu üç koldan Diyarbakır’a saldırdı. Ordu Müfettişi Kâzım (Orbay) Paşa, Vali Cemal (Bardakçı) Bey ve Kolordu Komutanı Mürsel (Bakü) Paşa önderliğinde gerçekleştirilen savunmaya kent halkı da etkin olarak katıldı. Saldırganlar bir ara kente girmeyi başarmış olmalarına karşın geri püskürtüldüler ve 8 Mart’ta Diyarbakır çevresindeki kuşatmayı kaldırarak çekildiler. Son olarak Varto, Bulanık ve Malazgirt’in de ayaklanmacıların eline geçmesiyle 12 Mart’ta ayaklanma en geniş sınırlarına ulaştı. Geniş çaplı bir askerî yığınağın ardından 24 Mart 1925’te Türk Ordusu tenkil operasyonuna başladı. 26 Mart’ta Varto, 27 Mart’ta Piran (Dicle) ve Maden, 1 Nisan’da Lice ve Silvan, 2 Nisan’da Hani, 4 Nisan’da Palu, Bulanık ve Malazgirt, 8 Nisan’da Kulp ve Çapakçur (Bingöl), 12 Nisan’da ise Darahini (Genç) ayaklanmacılardan tamamen temizlendi. Ayaklanma liderlerinden Hasenalı Halit ve Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza İran’a kaçarak Şikak aşireti reisi Simko’ya sığındılar. Diğerleri ise kaçmayı başaramadı. Şeyh Şerif Palu’da yakalandı. Şeyh Sait, 15 Nisan 1925 günü Bingöl ile Muş arasındaki Bağlan’da (Solhan) yer alan Çarpuh Köprüsü’nde sıkıştırıldı ve yanında bulunan ayaklanma liderlerinden Cibranlı Binbaşı Kasım Bey tarafından yakalanarak güvenlik güçlerine teslim edildi. Böylece ayaklanma sona ermiş oldu.
1925’TE İDAM EDİLDİ
Cibranlı Miralay Halit Bey ile eski Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in de bulunduğu lider kadrosu 14 Nisan 1925 tarihinde Bitlis’te kurşuna dizilerek idam edildiler. Aynı gün Şark İstiklâl Mahkemesi, “İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi” adıyla göreve başladı.
Ayaklanmayı el altından destekleyen ve bu amaçla İngiliz yetkilileriyle bağlantı kuran Kürdistan Teali Cemiyeti’nin başkanı Seyit Abdülkadir ve adı geçen Cemiyet’in on iki üyesi İstanbul’da yakalanarak Diyarbakır’a gönderildiler. Bunların duruşması 14 Mayıs 1925’te başladı ve 10 gün sürdü. Aralarında Seyit Abdülkadir’inde bulunduğu altı kişi 27 Mayıs 1925’te Diyarbakır’da asılarak idam edildiler.
Şeyh Sait ve ayaklanmaya katılanların duruşmaları ise 21 Mayıs günü başladı; mahkeme kararını 28 Haziran’da açıkladı. Buna göre Şeyh Sait’le birlikte kırk altı kişinin asılarak idam edilmelerine hükmolundu. Hüküm, 29 Haziran 1925 tarihinde Diyarbakır’da infaz edildi.
ATATÜRK NUTUK’TA ÇERKEZ ETHEM’İ ANLATTI
Öte yandan Şevki Yılmaz’ın ‘Milli kahraman’ ilan ettiği bir diğer isim olan Çerkez Ethem, Atatürk’ün Nutuk’unda detaylı şekilde yer aldı.
Çerkez Ethem’in kim olduğunu anlatan Atatürk şu ifadeleri kullandı;
“Efendiler, Ethem kuvvetlerini takip eden kıtalarımız, 5 Ocak 1921 günü Gediz’i işgal ederek, o civarda toplandılar. Ethem ve kardeşleri de, kuvvetleriyle beraber düşman saflarında layık oldukları vaziyeti aldılar. Artık, Ethem vakası kalmamıştı. Ordumuzun içinde bulunan düşman püskürtülerek, cephesine geri döndürülmüştü. Bundan sonra, yalnız bir düşman cephesini ve hareketini gözlemleyeceğiz.” (Atatürk, s. 412)
Görüldüğü gibi Atatürk, Ethem için açıkça “ordu içindeki düşman” ifadesini kullanıyor.
‘CASUS, ÇAPULCU, ŞARLATAN’
Atatürk bununla da yetinmiyor, Ethem ile kardeşleri Tevfik ve Reşit için şu değerlendirmeyi de yapıyor:
“Efendiler, askeri harekatı, çapulculuktan ve devlet teşkil ve idaresini, şunun bunun masum çocuklarını kurtuluş fidyesi dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanının başını ağrıtan ve Türk milletinin büyük Meclisi’ni kendileriyle meşgul eden hayasız, haddini bilmez, küstah ve herhangi bir düşmanın boğaz tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar aşağılık ve rezil tıynette bulunan bu kardeşleri, ellerindeki azami kuvvet ve dayandıkları düşmanlar da dahil olduğu halde cezalandırılıp tepelemek suretiyle, inkılap tarihimizde tesirli bir ibret misali kaydetmek zaruri görüldü.” (Atatürk, s. 410)
KENDİNİ GENEL KOMUTAN İLAN ETTİ
Çerkes Ethem, Meclis’in açıldığı 23 Nisan 1920 tarihinde Kütahya’daki Kuvayı Seyyare birliklerinin başındaydı. Başta Anzavur isyanı olmak üzere Milli Mücadele karşıtı bazı ayaklanmaları bastırdı. Büyük Millet Meclisi, Batı Cephesi Komutanlığını kurana kadar Ethem, Ankara’nın batısındaki milisleri yönetti. Batı Cephesi Komutanlığı kurulduktan sonra düzenli ordunun komutanları Ali Fuat Cebesoy ve İsmet İnönü ile aralarında anlaşmazlık oluştu. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, düşmana karşı tek bir cephe oluşturulması gerektiğini, milis (gerilla) mücadelesine son vererek sadece orduyla savaşılması gerektiğini savunuyordu. Savaşın tek bir merkezden yönetilmesi, olası bir hatanın kontrolleri dışında oluşmamasını istiyordu.
Zafer, yalnızca düzenli orduyla kazanılabilirdi. Akın akın gelen Yunan ordusuna karşı gerilla mücadelesiyle zafer kazanmak mümkün değildi. Yunanlara vur kaç yaparak bir şey elde edilemezdi. Düşman kuvvetlerin tamamen Anadolu’dan atılması gerekiyordu. Ethem ise buna tamamen karşı çıktı, düzenli ordu emrinde olmayı reddetti.